PAKDOS-BALKICA SEDİR ORMANLARI

Etkinlik Anıları

19.12.2021

Bugüne kadar gezi yazılarımıza hep etkinlik sabahını anlatarak başlamıştık öyle değil mi? Bu sefer durum biraz farklı. PAKDOS’un Balkıca Sedir Ormanları etkinliği için sabah 5:15’e alarm kurmama rağmen gece muhtelif saatlerde 3 defa uykumdan uyandım ve her defasında etkinliğe geç kaldığım hissine kapıldım. İşte “Balkıca Sedir Ormanları” sizi uykunuzdan uyandıracak kadar büyülü manzaraya sahip eşsiz bir yer. 29 Aralık 2019 tarihinde PAKDOS ile  Balkıca ’ya ilk defa gittiğimde oraya hayran kalmıştım ve bugün de kesinlikle gitmeliydim.

Alarm vaktinde çaldığında hemen uyandım ve giyindim. Üzerimde uyku sersemliği namına hiçbir şey yoktu. Araca binmek için Akkonak Parkı’na doğru yürüdüm. Apartmanlardaki  lambası yanan birkaç daire dışında şehirde hiçbir canlılık belirtisi yoktu. Karla karışık yağmur, Dostoyevski’nin tabiriyle sulusepken, beklendiği üzere şehir merkezinin az rakımlı mahallelerini etkisi altına almıştı. Pazar günü bu saatte bile işe gitmek zorunda olan tekstil işçileriyle beraber bir süre durakta bekledim. Daha  sonra araç karla karışık yağmuru da önüne katarak bulunduğum durağa geldi . Diğer duraklardan da binenlerle beraber araç doldu ve Balkıca’ ya doğru hareket edildi.

Bağbaşı Mahallesi kısmen yüksek olduğu için kar etkili olmuştu ve yollar beyaz örtüyle kaplanmış durumdaydı. Araç içinde Cankurtaran tarafı açık olmazsa dönülebileceği konuşuluyordu. Yedek parkur elbette vardı. Neyse ki Cankurtaran açıktı ve yola devam edildi. Aracın pencere kenarındaki arka koltuğunda ayağımın dibindeki kaloriferin de beni mayıştırmasıyla uyuyup kalmışım, gözümü açtığımda Nikfer’deydik. Nikfer Jandarma Karakolu’na faaliyet ile ilgili gerekli bilgi verildi ve yola devam edildi. PAKDOS ile yürüyorsanız her şeyden önce emniyet ve disiplin gelir !

Beyaz örtüye bürünen yollar ve ilerledikçe artan kar kalınlığı, yol kenarlarındaki ağaçlar, geçtiğimiz köylerdeki beyaz çatılar… Görsel bir şölen içinde ilerleyen araçtan izlenebilen manzaralar böyleydi. Oturduğum taraftaki camın filmi daire şeklinde kazınmıştı. Ben herkesten farklı olarak tüm bu manzarayı bir uçağın camından izler gibi izliyordum. Üzerine yağan kardan dolayı çöken halı saha, akşamdan balkona asılan ve sabah beyaza bürünen çamaşırlar, kendini ara ara gösteren Bozdağlar… Yolculuğumuz “Karlar Ülkesi” Balkıca’ya doğru devam ediyordu.

Balkıca’ya ulaşmıştık. Araç kahvaltı edeceğimiz eve giden yokuşu tırmanırken yola tutunamayıp biraz kaymıştı. Çantalarımızı da alarak araçtan indik ve geri kalan birkaç yüz metreyi karlar içinde adımladık. 2 sene önce de bizi mükemmel ağırlayan Balkıcalı dostlarımız yine şahane bir sofra kurmuşlardı. Sofrada yok yoktu. Etli tarhana çorbası, zeytin, peynir, domates, reçel, poğaça , çörek , börek, bal ve sıcacık bir çay… Ocakta ateş yanarken hemen yanımızdaki soba da üzerindeki çaydanlıkları fokurdatıyordu. Köşedeki saksıların oluşturduğu görsel de en az kahvaltı kadar güzeldi. (Mini bir botanik bahçesi de diyebiliriz saksıların bulunduğu köşeye.) Son çaylar yudumlandı ve kar tozlukları giyildi. Keyifler yerindeydi. Süleyman Zencirci ve ailesine misafirperverliklerinden ötürü çok teşekkür ederek dışarı çıktık. Evin bahçesindeki devasa meşenin önünde  toplu fotoğraf çekildikten sonra parkur başlangıcına hareket ettik.

Balkıca’da sabah

Kahvaltı 

Ocak ve soba 

Avludaki kış manzarası

Günün ilk toplu fotoğrafı

Parkur başlangıcında hemen bir daire oluşturduk ve başlangıç konuşmasının ardından hiç vakit kaybetmeden yola koyulduk. Bir müddet düzlükte ilerledikten sonra hafif eğimli bir rampaya sardık. Traktör yolundan ilerliyorduk. 2 sene önceki gelişimizde bu  seviyelerde kar örtüsü olmadığından buraları araçla geçmiştik. İlerledikçe vücut ısımız arttı ve montlarımızdan kurtulduk. Montlarımızı çantaya koymak için verdiğimiz küçük mola iyi gelmişti . Sağımızda ve solumuzda kalan bahçelerdeki ağaçların dalları kar yüküyle eğilmişti. Orman sınırına geldiğimizde bir küçük mola daha verildi. Gerimize dönüp geldiğimiz yola ve uzaklara baktığımızda tarifi imkansız bir manzara vardı. Barza Ovası, güneşin doğuşunu bekleyen bir kar denizini andırıyordu ve Balkıca’nın evleri bu denizdeki gemilerdi. Bazı gemiler birbirine yakınken bazıları ise şöyle bir alargaya çekilmişti.

Kardır yağan üstümüze geceden

Yağmurlu, karanlık bir düşünceden

Ormanın uğultusuyla birlikte

Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte

Kar yağıyor üstümüze, inceden

Ahmet Muhip Dıranas’ın “Kar” şiirinin içindeydik resmen. Balkıca doğası bize şiirinin dizelerinde dolaşma ayrıcalığını bahşetmişti. Orman yolunun büyüsüne kapılmış bir şekilde devam ediyoruz. Yine ufak bir molada kar güreşlerinin 1.raundu yapılıyor. Bülent Abi kar güreşlerinin başpehlivanı unvanıyla ön sıralarda yürüyor. Yer yer ağaç dallarından savrulan karlar üzerimize yağıyor ve sadece botların karları ezerken çıkardığı sesi duyarak ip gibi bir sırada ilerliyoruz.

Sesin nerde kaldı, her günkü sesin

Unutulmuş güzel şarkılar için

Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan,

Rüzgar gibi ta eski Anadolu’dan ,

Sesin nerde kaldı? Kar içindesin !

Balkıca orman yolunda kış manzaraları 

Balkıca evleri ve Barza Ovası

Geçen sefer araçla geldiğimiz noktaya ulaşıyoruz. Burada ağaçları aralama ve kesim çalışmaları yapılıyordu 2 sene önce. Bazı noktalarda elde edilen odunlar hala duruyor ve üzeri karla kaplı durumda. Tarihi su sarnıcı kardan takkesini giymiş bizi bekliyor. Sarnıçlar vakti zamanında yağmur sularını biriktirmek için inşa edilen yapılardır. Yine bu coğrafyada, Nikfer/Alman boğazı mevkiinde  Balkıca’dakine benzer ve kubbesi daha belirgin bir sarnıç mevcut. Kanuni Sultan Süleyman Rodos Seferi’ne çıkacağı vakit ordusunu Barza Ovası’ndan geçirmeye karar verir fakat coğrafi şartlar buna müsaade etmeyince güzergâh değişir. Rivayete göre Nikfer’deki sarnıç ordunun su ihtiyacını karşılamak için önceden yapılmıştır.

 Sarnıç bölgesi baharın gelişiyle piknik alanı olarak kullanılıyormuş. Burada kampçıların gelip çadırlarını kurduğunu ve çevrede yapay ışık az olduğu için yıldızları doyasıya seyrettiğini biliyoruz. Şimdi üzeri karla kaplı filesiyle bir de voleybol sahası çıkıyor karşımıza. Konu voleybola gelmişken bu faaliyeti yaptığımız gün dünya şampiyonu olan Vakıfbank Kadın Voleybol takımını da tebrik etmiş olalım. Konu Kanuni’nin Rodos Seferi’nden voleybola gelebiliyorsa bilin ki Balkıca’daki  sarnıç bölgesindesinizdir.

Sarnıç bölgesindeki voleybol sahası 

Tarihi sarnıç (arka taraf)

Tarihi sarnıç ( ön taraf)

Sarnıç bölgesinden sonra ormandaki sedir ağacı popülasyonu giderek artıyor. Balkıca ormanları karaçam, ardıç ve sedirin bir arada bulunduğu ender ormanlardan biri belki de bu alanda tek. Yaşlı ve genç sedirleri birer ikişer geride bırakırken güneş kendini ilk kez bir anlığına gösteriyor. Güneş ışınları cılız da olsa karların üzerine düşüyor ve kar kristallerinin parlamasını sağlıyor. Tavşanlara ait olduğunu düşündüğümüz yabani ayak izleri ara ara görünüyor.

 Kar yürüyüşlerindeki en önemli konulardan biri de önde giden kişilerin yolu açmasıdır. Basit gibi görünse de hiç ayak basılmamış bir güzergahta yol açmak zahmetli bir iştir. Sırayla öne geçiyoruz ve yol açma görevini ifa ediyoruz. En arkadakiler çok şanslı, açılan yol iyice belirgin bir hal alıyor ve ayaklar hiçbir dirençle karşılaşmadan yürüyor. Balkıca Sedir Ormanları’nın görselini anlatabilecek kelimeleri seçemediğim için fotoğraflara bırakıyorum o görevi. PAKDOS günün ikinci toplu fotoğrafını bir vadinin içinde çekiliyor ve ardından yoluna devam ediyor. 

Aç bakalım yolu!

Günün 2. toplu fotoğrafı 

Muhabbet 

Şahane manzara

Mavi gözlü dev, büyük şair Nazım’ın “Karlı Kayın Ormanında” şiirini çoğumuz biliriz. Hepimizin kulağının aşina olduğu bestesi ise Zülfü Livaneli’ye ait olan “Karlı Kayın Ormanında” dilime takılmıştı Balkıca Sedir Ormanında…

“Karlı kayın ormanında
yürüyorum geceleyin.
Efkârlıyım, efkârlıyım,
elini ver, nerde elin?

Ay ışığı renginde kar,
keçe çizmelerim ağır.
İçimde çalınan ıslık
beni nereye çağırır?

Memleket mi, daha uzak,
gençliğim mi, yıldızlar mı?
Bayramoğlu, Bayramoğlu,
ölümden öte köy var mı?

Geceleyin, karlı kayın
ormanında yürüyorum.
Karanlıkta etrafımı
gündüz gibi görüyorum.

Şimdi şurdan saptım mıydı,
şose, tirenyolu, ova.
Yirmi beş kilometreden
pırıl pırıldır Moskova…”

Meyve ve çay molası verdiğimiz mevki iki sene önceki faaliyetimizde yukarıdan matlarımızla kayarak indiğimiz ve çılgınlar  gibi eğlendiğimiz yerdi. Bugün de öyle olacaktı. Çaylar içilmiş, meyveler yenmişti. Kendini karların içine bırakarak anın tadını çıkartanlar da, çocuklarının boyadığı kelebekli tişört ile poz veren de  mevcuttu. Bugün doğum günü olan Mehmet Gevrek abinin kara gömmeli kutlaması yapıldı önce. Doğduğuna doğacağına pişman olduğuna eminim. Doğum günü kutlamasıyla eş zamanda kar güreşlerinin 2.raundu yapıldı ve başpehlivan Bülent abi unvanını korudu. Tavas Zeybeği de oynandıktan sonra yola devam edildi.

Mola yerine ulaşan grup

Bir yanda doğum günü bir yanda kar güreşi raund 2

Tavas Zeybeği

Vay vay vay

Bugün zirve yapılmayacaktı. Yemek yiyeceğimiz yaylaya doğru beyaz bir koridordan ilerledik. Bir ara o kadar dalmışım ki zaman ve mekan mefhumunu yitirmişim. Ayağım karlar altındaki bir ağaç köküne takılınca gerçek dünyaya dönebildim. Doğa dostları önündeki veya  arkasındakilerle çeşitli konularda sohbet ede ede ilerliyordu. Öğle yemeği yiyeceğimiz düzlüğe geldiğimizde saat 1’i çoktan geçmişti. Yemekten önce bol bol fotoğraf çekildik ve yemeğe herkesten geç başladık. Görsel şöleni kaçıramazdık öyle değil mi?

PAKDOS

Gülümse çekiyorum!

Dua eden eldiven

Yemek manzaraları

Kızartma, sarma, dolma, balık, börek, tost, helva… Çay, kahve , neskafe ve karlı pekmez… Dua eden eldiven… Öğle yemeğinden manzaralar böyle. Zirve yapmayacağımız için çok acele etmiyoruz. Şarlangeç Zirve bugün biraz hüzünlü olsa gerek. Şarlangeç… Tam da yöre şivesine uygun bir kelime. Çağlayarak akan su anlamında kullanıldığını biliyoruz bu kelimenin. Umarım kar daha da çok yağar ve tüm su kaynaklarındaki sular çağlayarak akar da barajlar, göller dolar.

Yemeğini yiyen ufak ufak toplanırken Halil Dağdaş abi ile koyu bir sohbete dalıyoruz. Balkıca Sedir Ormanları’ndaki sedirlerin (Cedrus Libani) batıdaki son sedirler olduğunu anlattı Halil abi. Buradaki sedirlerin Lübnan sediri olduğundan ve bayrağında sedir ağacı bulunan Lübnan’da tahribatlar ve yangınlar sebebiyle neredeyse hiç sedir kalmadığından da bahsetti. Antalya ili Elmalı ilçesi sınırlarındaki Çığlıkara Ormanları da muhabbetimizin konusuydu. Çığlıkara Ormanları 1000-2000 yaşlarında anıt sedirlere ve daha birçok ağaç türüne ev sahipliği yapıyor. Bu ormandaki sedirlerden Finikeliler ’in gemiler yaptığından da mevzubahis açılıyor. PAKDOS’un etkinlik takviminde haziranda Bey Dağları’nın en yüksek noktası olan Kızlar Sivrisi de bulunuyor ve daha şimdiden o coğrafyayı görmenin hayalini kuruyorum. Bir gün Balkıca ve Çığlıkara sedir kardeşliği kurulur mu bilemeyiz fakat ülkesinde kalan son 400 sediri askerlerin  koruduğu Lübnan örneği gözümüzün önündeyken taş ve maden ocakları için güzelim ormanları vahşilere teslim etmemeli ve kıymetini bilmeliyiz. Halil abi son olarak hayalini kurduğu, Bozdağlar’ın zirvelerine yapılacak trans faaliyeti anlattı ve muhabbetimiz sona erdi.

Dönüşe geçmeden önce 360 derece dönerek etrafıma tekrardan göz attım. Sanki devasa bir kar küresinin içindeymişiz gibi hissettim. Şimdi bir çocuk kar küresini masadan alıp sallasa her birimiz kim bilir hangi dereye uçacak, hangi ağaca çarpacaktık? Kar küresi deyip geçmemek lazım. Mustafa Kemal, Sivas Kongresi bittikten sonra Ankara’ya hareket edeceği günlerde kar yağıyordu ve hava buz gibi  soğuktu. Sivas’tan Ankara’ya üstü açık 3 arabayla gidecekti Heyet-i Temsiliye. Sunay abinin bir hayalidir bu; anlattığım kareyi bir kar küresi içinde canlandırmak. Çünkü yıllardır basılan ders kitaplarının yapamadığı aydınlanmayı bir küçük kar küresi yapacaktır.

Dönüşe geçtiğimizde kar yağmaya başlamıştı inceden. Keyifli bir etkinlik oluyordu her yönüyle. Arkada kalanlar olarak özgün pozlar verip fotoğraf çekildik, ön tarafa yetişmemiz söylenince kar komandosu gibi tempolu koştuk. Tekrardan başlayan karla birlikte “İzimiz silinecek.” diyen Önder abiye “PAKDOS’un izi kolay kolay silinmez.” diyerek sloganı vermiştim. Sonrasında “karda yürüyüp izini belli etmemek” üzerine sohbetler de sürdü gitti. Gelirken rastladığımız tavşan izleri de yavaş yavaş kayboluyordu. Biraz ileride yaşlıca bir sedir ağacına sarılarak fotoğraf çekilmek isteyen Milay hoca ve Mustafa abinin elleri kavuşmayacaktı. Geldiğimiz güzergâhı takip ederek Balkıca’ya geri dönüyorduk. Giderken açtığımız yolda hiç zorlanmadan ilerliyorduk. Mesaj net ! “Açtığın yolda …”

Sedir kozalağı

Kar yüküyle dallarını eğmiş bir sedir

Dönüş yolunda ilerleyen grup

Büyük usta Cengiz Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel” romanında bahsi geçen Türk mitolojisinin soğuk tanrısı “Ayaz Ata” da bu yazımızda olmazsa olmaz.  Ayaz  Ata çok eski folklorumuzdan gelmektedir. Hakkında çok sayıda hikaye mevcut olan Ayaz Ata 19.yy.dan itibaren iyi niyetli, yardımsever kimliğiyle ortaya çıkar. Ayaz Ata’yı Balkıca Ormanlarında gezerken düşünüyorum ve bir anlığına tebessüm ediyorum . 

Balkıca’ya indiğimizde  mavi kamyonetin kasasında melül melül  etrafa bakan bir koyun geçti önümüzden. Ardından köydeki köpeklerin havlamaları duyuldu. Sabah yürüyüşe başladığımız noktadaki karlar erimiş ve yol çamur olmuştu.

Balkıca Köyü ile ilgili araştırmalarım sonucu burada yerleşimin Türklerin Anadolu’ya yerleşmesinden de önceye dayandığına ulaşıyorum. Yorga ve Balkıca arasında kalan “Devlengeç” mevkiindeki buluntular bunu işaret ediyor. Zaman zaman çiftçiler tarlasında çalışırken sabanına Roma dönemden kalıntıların ve süs eşyalarının takıldığı oluyormuş. Balkıca, Yorga ve Nikfer gibi yerleşim yerlerinin kurulduğu büyük ovaya yazımızın başlarında da belirttiğimiz  gibi Barza Ovası deniliyor.  Barza ismi Devlengeç mevkiinde yıkıntıları bulunan aynı isimdeki antik kentten geliyor.

Türklerin Anadolu’ya yerleşmeye başlamasıyla birlikte Muğla ve Teke yörelerinin yörükleri yazları hayvanlarını otlatmak için Bozdağlara çıkar, kışın da geri dönerlermiş. Gel zaman git zaman bu yörükler Nikfer, Yorga ve Balkıca köylerinde devamlı konaklamaya başlamışlar. Köye ilk gelen yörüklerin burayı 1600’lü yıllarda kurduğu rivayet ediliyor.

Balkıca’nın ismi baldan geliyor. Ballıca oluyor size Balkıca. Balkıca’nın başlıca geçim kaynağı tütüncülük olarak bilinse de son yıllarda besi hayvancılığına dönülmüş. Balkıca zamanında dışarıya göç vermiş bir yerleşim. Özellikle Kanada, Fransa, Avusturya ve Almanya’da Balkıcalılar varmış. Köyün köyde yaşayan nüfusundan fazlası bu bahsettiğimiz ülkelerde ikamet ediyormuş. Köy içinde ilerleyişimize devam ettiğimizde köyün yerlilerinin ve gurbette yaşayıp da sadece yazları gelenlerin evlerini hemen ayırt edebiliyoruz. Kıraathanelerde oturan köylülere selam vererek yolumuza devam ediyoruz. Mimari olarak gurbetçi-yerli çatışmasının yanında eski-yeni çatışması da çok net gözlemlenebiliyor. Köy meydanına doğru üzerinde Çanakkale’de iki çılgın Türk yazılı bir levha ile karşılaşıyoruz. 

Eski bir kıraathanenin duvarında bilindik bir şarkının şu sözleri yazıyordu: “Gidiyor gönlümün efendisi” Balkıca’nın 3 gece süren düğünleri ve düğünden sonraki adetleri meşhur olur da duvarlarında şarkı sözü yazmaz mı? Balkıca… Denizli merkezine 85 kilometre uzak olsa da bu mesafeyi gelmek hiçbirimize koymadı. Balkıca, kızının okulda kazandığı takdir belgelerini Kur-an’ ın içinde saklayan anneler diyarı, sedir diyarı, tütün diyarı, kireç diyarı… İsmine ulaşamadığım buralı bir şairin Balkıca’m şiirine bir bakalım.

Anonim Balkıca’m şiiri

Balkıca sokaklarını arşınlayarak sabah kahvaltı ettiğimiz eve geliyoruz. Sıcacık sobanın başında ev sahibinin demlediği çayı içiyoruz ve çantalarımızda kalanları tüketiyoruz. Müthiş keyif aldığımız etkinlik başladığı yerde, Süleyman Zencirci malikanesinde sona eriyor.

Bir kez daha;

TEŞEKKÜRLER Süleyman Zencirci ve ailesi

TEŞEKKÜRLER PAKDOS

Tüm günü içeren keyifli bir video
(Doğaya Dönüş Youtube Kanalı)

1 thought on “PAKDOS-BALKICA SEDİR ORMANLARI

  1. Tebrikler 4 ay öncesine döndüm, çok zevkli zengin içerikli bir faaliyeti yeniden yaşadım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir